post-thumb

PATOLOJİK ELEŞTİRMEN, ÖZ ŞEFKAT ve ELBETTE


Yakın zamanda balkondan aşağıya sertçe yastık silkeleyen bir kadını gördümTüm gücüyle vurup hırpalıyordu yastığı tozu iyice çıksın diye. O hırpaladıkça ben düşündüm. Bugüne dek gördüğüm, dinlediğim insanları, kalpleri düşündüm. Mütemadiyen kendi kendini hırpalayan insanları balkonda yastığı sertçe hırpalayarak silkeleyen bu kadına ne de çok benzettim. Ve düşüncelerimi dinledim: Yaşam gayreti verdiğimiz dünyada ne de çok duyuyoruz ‘’Neden böyleyim, neden onu yaptım, neden aldım, o günü silmek isterdim, aptalın tekiyim, en başarılı olmak zorundaydım, her şeyi kusursuz yapmalıyım, hayır yapamayacak kadar beceriksizim...’’ Ah bu mızraklar. Benliğimizi yıkan ve yakan tüm bu mızrakları sık sık saplıyor insan kendine. Bu mızraklara psikolojide “Patolojik Eleştirmen” adı veriliyor. Yani üzüldüğümüz ve onunla başa çıkmakta zorlandığımız anlarda bizi yargılayan, suçlayan, azarlayan ve kendimizi buram buram kötü hissettiren, susmayan, içimizdeki tanıdık ses. Bu ses yani patolojik eleştirmenimiz bize o kadar çok hata, suç ve kusur kazağı giydiriyor ki bilincimiz, özümüzde bir yerlerde sesini duyurmaya çalışan, kendince yaşam savaşı veren sarmalanmayı, şefkatimizi bekleyen o incecik çocuk sesimizi bastırıyor. İçimizdeki çocuğun sesini bastırıyor.

Evet, içimizdeki çocuk dedim. ‘’Bir ben daha var benden içeri’’ diyen sevgili Yunus’un asırları aşan sesini dinledim ve kendime işledim. Evet. İçimizdeki çocuk dedim. İçinizdeki sarmalanmayı bekleyen o çocuğa en son ne zaman elinizi uzattınız? Ne zaman duyabildiniz onun o cılız, bastırılmışduyulmayı bekleyen incecik sesini? Aptalsın, beceriksizsin diye mütemadiyen konuşan o zorba eleştirmenin sesini hep duydunuz. Peki ya ‘’Ama şunun için öyle yaptım, seçmem gerekirdi, bir seçim yapmam gerekirdi. O an gördüğüm doğru oydu. Can havliyle seçtim o seçeneği. O sözü, o davranışı… Bilemedim. Hangimiz bilebilirdi geleceği? Bilseydim yapar mıydım? Yapmasam şimdiki halimle, şimdiki tecrübeli kararlarımla var olabilir miydimİnsanım, senin gibi, onun gibi herkes gibi.. Bazı şeyleri yapamayabilirim, bazen başaramayabilirim’’ seslerini en son ne zaman dinlediniz? Ne zaman sarıp sarmaladınız sizin üzgün, ders almış ve sarmalanmayı bekleyen yanınızı? Onu sarıp sarmalarken kendinize yönelik sevgi dolu bir güçle dolduğunuz o yanınıza en son ne zaman ulaştınız?

Bunların her birini düşündükçe dışarıya açılmış gözlerimi kapatıyorum ve içime doğru açıyorum. Sevdiğim bir söz koşarak geliyor zihnime: ‘’ Ardıma dönüp bakıyorum da dallarımı kıran rüzgarları bile affetmişim ama bir kendime uzanamamış elim.’’ Bu sözün etkisiyle yeniden dışarı açıyorum gözlerimi gördüğüm insanların ellerine bakıyorum. ‘’Kendine en son ne zaman uzandı bu eller’’ diyorum. Bir çiçeği yangından kurtarmanıtelaşesiyle kıpırdanan eller… Herkese yetişirken kendine geç kalan eller… 


Ellerden ayırdığım gözlerimi pencereye çeviriyorum. Karıncalar gibi bir yere yetişmenin telaşındaki insanları görüyorum. İnsan diyorum. Başkalarına gösterdiği şefkati, toleransı kendine göstermiyor diyorum. Birileri onu üzdüğünde, kırdığında ve özür dilediğinde affedebiliyor ama yaşam savaşı vererek hayatta kalmaya çalıştığı bu tercihler dünyasında yaptığı bir hata için kendini bir türlü affedemiyordiyorum. Kendini hiç kimsenin zorlamadığı kadar zorluyor belki. Yanlış olduğunu sonradan göreceği o seçeneğinin bile o an, o şartlar altında onun için bir doğruluğu vardı. Bu anlamı anlamış yanı dile gelse şöyle derdi ona: ‘’Doğruymuş sonradan gördüm. Yanlışmış sonradan bildim. Öğrendim. Sorumluluğunu aldım. Büyüdüm, bilgeleştim. Ben bir yolcuyum Aşık Veysel’in dediği gibi. Uzun ince bir yoldayım. Gidiyorum gündüz gece. İki kapılı bir handa heybem sırtımda yol alıyorum. Bu yolda öğreniyorum. Yol bana öğretiyor. Bazen yoldaki koca taşı görmüyorum. Düşüyorum görmediğim için. Sonra kendime kızmak yerine yere daha dikkatli bakmayı öğrendiğimi fark ediyorum. Evet. Artık ayağıma takılacak taşları tanımaya başlıyorum bu düşüşümle. Seviniyorum. O taşı alıp heybeme koyuyorum. Koyuyorum ki durup dinlendiğimde onu inceleyeyim, bakayım, göreyim ve anlayayım da bir dahakine takılmayayım diye. İnceledikten sonra onca yol heybeme ağırlık yapmaması için onunla vedalaşıp özgürlüğüne akan pırıl pırıl deresine bırakıyorum onu. Arınmış olarak yoluma devam ediyorumAh ıslık çalarak devam ediyorum yoluma heybem sırtımda. Daha göreceğim, öğreneceğim bakacağım ne çok şey var diyorum. Bu evren nasıl büyük ve nasıl bir gizem ki her adımımda yeni bir şeyle karşılaşabiliyorum. Demek ki yaşıyorum. O karşılaştığım şeylere dokunuyorum, tanıyorum ve anlıyorum. Demek ki yaşıyorum. Kendi hayatımda kendi duyularımla duygularımla benliğimle yeteneğimle yaşıyor ilerlemek için elimden geleni yapıyorum.


En nihayetinde insan ve şefkat yolculuğuna son parçayı da iliştirerek varacağım noktaya ulaşıyorum:

Yaşadığım her an bana aitti. Bazen dünyaya çok güzel şeyler bıraktım. Bir çiçek, bir yemek, bir çocuk, bir sevgi, bir mutlu bakış, bir gülüş… Bazen de çok üzüldüm, kırıldım, parçalandım, hata yaptım. Hatam da benimdi. Göz yaşımdaMutluluğum da benimdi. Heyecanım, acım da. Ben buydum. Ben bunların toplamıydım. Dünyada heybesi sırtında yürüyen sıradan bir gezgin, hayatta kalmaya çalışan bir yandan da dünyaya bir hoş sada bırakma gayretinde olan bir insandım. Tüm unvanlardan, plaketlerden, ışıltılardan uzak yalnızca bir insandım. Livaneli’nin deyimiyle: Seven, acı çeken, acıkan üşüyen, korkan bir insan. Başkaları kadar benim de hata yapmaya, üzülmeye, mutlu olmaya, ağlamaya, gülmeye elbette hakkım vardır. İnsanın; yazını, kışını, sonbaharını ve ilkbaharını yaşamaya elbette hakkım vardır. Bunun için beni kim suçlayabilir ?

Yazımı Candan Erçetin’in büyüleyici parçasıyla bitiriyorum. Elbette. Kendime elbette. Acıma, hüznüme, mutluluğuma, içimdeki çocuğa, ellerime, aklıma, kalbime, ruhuma, hayatıma yani bana ve herkese kocaman bir‘’Elbette’’

Elbette bazen çiçek açıp bazen solacağım
Elbette daldan dala konup sonra uçacağım
Elbette bazen hızla dönüp bazen duracağım
Elbette bazen söyleyip bazen susacağım

 

Psikolojik danışman/Aile Danışmanı 

Fatma Rahim

  



 


Okunma Sayısı:

Fatma ÇOBAN

Fatma ÇOBAN

Çanakkale On Sekiz Mart Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik bölümünden mezun oldum. Lisans dönemimde Çanakkale Merkez MTAL’nde gözlemci psikolojik danışman, Çanakkale Mehmet Akif Ersoy MTAL’nde ise stajyer psikolojik danışman olarak faaliyetlerde bulundum. Öte yandan Sosyal Yaşam Evleri’nde çocuk ve kadınlara yönelik güçlendirici uygulamalar ve faaliyetler yürüttüm. Bu süreçte psikoloji alanında katıldığım eğitimlerin, seminerlerin ve kişisel gözlemlerimin sonucunda bireydeki önemli oluşumların temelindeki aile etkisini gördüm ve aile sistemleri alanında uzmanlaşmaya karar verdim. Ankara Üniversitesi Disiplinlerarası Aile Danışmanlığı alanında yüksek lisansa başladım. Bu yolculuğumda bir yandan Düzakın Psikoterapi ve Aile Danışma Merkezinde Aile Danışmanlığı stajyerliğini tamamladım. Süpervizyon eğitimimi tamamlayarak programdan uzmanlık alarak mezun oldum. Özel bir kurumda kurum psikolojik danışmanı olarak yer alıyorum. Öte yandan aile ve çocuk alanında özelleştirilmiş yazılar, programlar ve görüşmeler bağlamında çalışıyorum. Her gün yürümekte ve gelişmekte olduğum bu yaşam yolculuğunda Döngü aracılığıyla sizlerin yaşamlarına da koşulsuz bir kabulle dokunmak isterim.

YORUMLAR

YORUM YAP

Yorumunuz onaylandıktan sonra yayınlanacaktır. Yorumunuza yanıt verildiğinde mail ile bilgilendirileceksiniz.